29.7.12

Oyuncak Fotoğraf Makinesi Fenomeni Holga

,
Instagram ve diğer foto-edit applerinin Iphone ve Android kullanıcıları için vazgeçilmez olduğu sanırım artık tartışma götürmez bir gerçek. Bu appler bildiğiniz gibi belli başlı ortak edit yöntemlerini kullanıyorlar ve bu yöntemler de ağırlıklı olarak şöyle:
Vignetting (yani fotoğrafın köşelerini karartmak ve fotoğrafa bu şekilde doğal bir çerçeve kazandırmak)
Yüksek saturation (renklerde yoğunluk)
Lightleaks (Işık sızdırma)
Fotoğrafa filmle çekilmiş havası kazandırma (yani renklerle oynama)
Bu yöntemleri düşününce insanın aklına ister istemez 60lar sonundan beri fotoğrafla ilgilenenleri cezbetmiş oyuncak makineler akla geliyor. Diana, Lomo ve Holga en çok bilinenleri olan bu makineler, çektikleri fotoğraflarda günümüz smart phone kullanıcısının ağırlıklı olarak photo-edit appleri ile tanıdığı efektleri yakalıyorlar ve bu yönleriyle bu applere ilham kaynağı oldukları bile söylenebilir. Ancak bu makinelerin bu applerden farklı olarak ortaya çıkış  noktaları, fotoğraf severlerin fotoğraflarına alternatif bir görüntü kazandırmalarını sağlamak değil, kullanıcılarına ucuz ve kolay fotoğraf çekme imkanı sunmak. Ben bu yazımda bu makinelerden Holga'ya odaklanmak istiyorum.
Ülkemizde de hatırı sayılır bir kullanıcı ve takipçi kitlesi olan Holga makineler, 1969'da Çinli iş adamı T.M. Lee'nin elektronik sektörüne geçiş yapıp flaş üreten "Universal Electronics Industries" ile yolculuğuna başlıyor. Zamanla flaşların makinelere monte olarak üretilmesiyle birlikte, Lee, 1981'de ilk Holga'yı tasarlıyor. İlk Holga tasarımı olan ve yukarıdaki fotoğrafta Kate Moss'un elinde görebileceğiniz artık üretilmeyen Holga 120S, orta format siyah-beyaz film kullanan ve kullanıcılara günlük hayatta ucuza ve kolay fotoğraf çekmelerinde kolaylık sağlamak amacıyla üretilmiş. Ancak zamanla 35mm film ve makinelerin Çin'de popüler olmasıyla Holga Çin dışına ihraç edilmeye başlanmış ve kullanıcılarından gördüğü büyük ilgi sayesinde günümüze kadar gelmiş.
Peki nedir Holga'yı bu kadar özel kılan? Holga, aşağıdaki fotoğraflarda da görebileceğiniz gibi, modellerinin figürlerini çarpıtması, ışık sızıntıları ve yarattığı sürreal etki ile ünlü bir fotoğraf makinesi. Birçok fotoğrafçı tarafından bu özellikleri için olduğu kadar kullanımının basitliği için de tercih ediliyor. Diyafram ve pozlama ayarları sabit olan Holga makinelerde yapacağınız ayarlar, diyafram halkası üzerindeki sembollerden ibaret ve bu semboller de neredeyse çocukların anlayabileceği basitlikteki, portre, kalabalık portre, manzara gibi seçeneklerden oluşuyor. Diyafram aralığı f-8/f-11 olan bu makinelerin pozlamaları da 1/100-1/125 arasında değişiyor. Dolayısıyla da, bu makinelerle ya güneşli havada dışarıda, ya da flaşla çekim yapmak gerekiyor. Mümkün olduğunca yüksek ASA/ISO'lu filmler kullanmak da iyi sonuç elde etmek için önemli.
Hala ağırlıklı olarak orta formatta üretilen ve kullanılan Holga makineler, Holga'nın ilk modelleri olan Holga 120S ve 120N üzerinden geliştirilmiş. İlk modelleri flaşsız olarak tasarlansa da, günümüzde renkli flaş seçenekleri bulunan Holga makineler, çeşitli renk seçeneklerinde hem ülkemizden, hem de  yurt dışından temin etmek mümkün.
Orta format film kullandığı, ve bu filmler de 35mm filmler kadar yaygın olmadığından hem film, hem de baskı maliyeti dolayısıyla biraz pahalıya patlayan bu makinelerin diğer analog makineler karşısındaki tek dezavantajı da sanırım bu. 12 pozluk bir Holga film banyosu ve baskısı, 36 pozluk standart bir filmin banyo ve baskısını neredeyse ikiye katlayacak maliyette. Neyse ki Holga, bunu da göz önünde bulundurarak 135 serisini üretmiş. Bu seri, tahmin edebileceğiniz gibi 35mm film ile kullanabileceğiniz, dolayısıyla orta formatın baskı maliyetinden kurtulabileceğiniz bir seri. Ben kendime bir adet kırmızı Holga 135BC aldım ve şu an büyük aşk yaşıyoruz :) 

Tabi, orta format Holga'nızda 35mm film de kullanabilirsiniz. Genelde 35mm filmi orta format makineye takma zorluğundan itinayla yaklaşılan bu yöntem aslında çok basit. Aşağıdaki videoyu kullanarak ben arkadaşımın Holga 120GCFN'sine şu aşağıdaki videodan yardım alarak taktığım 35mm filmlerle çok iyi sonuçlar elde ettim. 




Bu şekilde çektiğim iki fotoğrafı
şuradan ve şuradan görebilirsiniz. Orta formata 35mm film kullanmanın en güzel tarafı, tüm filminizin, filmin çentikleri de dahil pozlanması ve ortaya aşağıda da görebileceğiniz gibi son derece ilginç sonuçların çıkması. Bu yöntemle Holga'da fotoğraf çekerken dikkat edilmesi gereken ve bence en karışık nokta, videoda da görebileceğiniz gibi orta format film kullanmadığınızdan elinizde hangi pozda olduğunuzu gösterecek bir göstergenin olmamaması. Bununla ilgili bana şu site çok yardımcı olmuştu, size de tavsiye ederim. Kısaca açıklamam gerekirse de, yapmanız gereken şey, filmi taktıktan sonra pozu ilerletmek için çevirmeniz gereken tırtıklı bölümü 42 tık sesinin geldiğini duyana kadar çevirmeye devam ettirmek ve her pozdan sonra kaç tık sarmanız gerektiğini yine bu sitenin belirttiği gibi belirlemek ve unutmamak. 35mm bir filmden, orta format bir Holga makinede 24 poz elde etmek mümkün. 
"Bunlar benim için çok karışık," derseniz de Sprocket Rocket isimli Lomo makineleri kullanabilir, ya da Holga'nın 135 serisini tercih edebilirsiniz.
Banyo, baskı vs gibi konularda da eğer İstanbul'da yaşıyorsanız benim tavsiyem kesinlikle Sirkeci'deki fotoğrafçılar olacaktır. Buradaki fotoğrafçılar, hem ucuzlukları hem de seçenek fazlalığı olarak başka semtlerindekinden çok daha tercih edilesi. Makineleri yine Sirkeci'den satın almak mümkün ancak ne yazık ki, muhtemelen Çin'den ithal edildiklerinden, banyo ve film maliyetlerindeki ucuzluk makinelere yansımıyor. Dolayısıyla Ebay'i ya da benim açtığım ve üzerinden satış yaptığım Facebook sayfası HolgaLove'ı tercih etmenizi öneririm. HolgaLove, sadece satış yapmıyor, makineleri tanıtıyor ve takipçileriyle Holga makinelerle çekilmiş yaratıcı ve ilginç fotoğrafları da paylaşarak Holga ve fotoğraf severlere kaynaklık etmeyi amaçlıyor.

8.4.12

My Brightest Diamond İstanbul'dan Geçti!

,

Çok güzel konser, film, kitap insanı sarıp sarmalıyor, günlerce pençesinden bırakmıyor. Tıpkı Cuma günkü beklediğimden de güzel geçip mest eden My Brightest Diamond konseri gibi. Beklediğimden de güzel diyorum çünkü Shara Worden Bring Me the Workhorse'dan sonraki kayıtlarıyla beni o kayıttaki kadar vuramadı hiç. Yine de Bring me the Workhorse yayınlandığı zaman diliminde o kadar çok etkilemişti ki beni, konser haberine kayıtsız kalamadım ve benim gibi Worden severler -hatta kısmen niyetsizler :) - ladylestrange ve littlemermaid ile konserden bir yarım saat önce Salon cenahlarında bulduk kendimizi. 
İyi ki de bulmuşuz, iyi ki ben son iki kayıtın üzerimde bıraktığı tatminsizliğe aldanmamışım, iyi ki littlemermaid biletini birilerine verme girişiminde başarısız olmuş. Hiçbirimizin Worden'ın vokalinden kuşkusu sanırım yoktu ama bu kadar iyi performans, bu kadar iyi bir playlist kesinlikle beklemiyordum ben kendi adıma. (Meraklılarına not, Worden hala her hafta vokal dersi alıyormuş!) 
Konser tam vaktinde, biz Worden'ı yakından takip etmeyenleri şaşırtacak bir şekilde küçük bir şiir dinletisiyle başladı. Letters to Distant Cities isimli projenin parçası olan bu dinletinin sanırım benim için en güzel tarafı eşlikçisi olan fotoğraflarıydı, nitekim ilk birkaç şiirden sonra metinsel bir haz alamayacağımı da anlayınca tüm dikkatimi fotoğraflara verdim. Neyse ki dinleti çok uzun sürmedi ve Worden bir 10 dakika sonra son uzun kaydı All Things will Unwind'ın açılış şarkısı We Added It Up ile açtı setini. Ki ne açmak, zaman nasıl geçti anlamadık sonrasında da zaten. Seyircilerden mi bir tür kanalizasyon/havalandırma sorunundan mı kaynaklandığını bilemediğimiz sahne önündeki korkunç kokuya, yine önümüzdeki bir grup kızın sürekli konuşmasına ve ellerindeki telefonlarla Facebook'ta chat yapmasına (!!! ilk defa böyle bir şeye şahit oluyorum bu arada, umarım bir trende filan dönüşmez?!) rağmen Worden'ın gerek vokali, gerek inanılmaz enstrüman kabiliyeti, gerekse mükemmel davulcusu bizi bambaşka alemlere götürdü. Escape Routes, Be Brave, She Does not Brave the War, I Have Never Loved Someone aklımda kalan ve çalınan diğer All Thing Will Unwind kayıtları oldu. Ama sanırım seyirciyi en çok heyecanlandıran, mest eden Be Brave ve We Added It Up idi bu kayıttan. Benim kişisel favorilerim ise (muhtemelen eski albümlerden olduklarından :) ) Workhorse, Inside a Boy ve bisde yer alan Something of an End idi. 
Shara Worden sahnede çok konuşkan değil. Daha çok performans (kukla, dans, kostüm öğeleri gibi) unsurlarıyla iletişim kurmayı tercih ediyor anladığım kadarıyla. Tabi yine de İstanbul'da olmaktan ne kadar mutlu olduğunu, ilgiden ne kadar mutlu olduğunu dillendirmemezlik etmedi. Birkaç şarkıda gözlerinin dolduğunu gördük, ki bu da bu kadar kuvvetli ve duygusal bir performansı benim açımdan daha da etkileyici kıldı. Sahneyi, müziği, ya da herhangi bir performans sanatını kendine meslek bellemiş, sayısız kere icra etmiş herkesin sizinle, yani kendisini ilk kez izleyen bir kitleyle benzer duygusal frekanslarda seyretmesi kadar güzel şey yok. Kısacası biz Shara'ya daha da tav olduk, ve sahnede kendisini izleme şansı bulduğumuzdan kendimizi şanslı saydık. Birkaç gündür de evlerimizde My Brightest Diamond dinlemeye devam ediyoruz :) Bir konserden de başka ne beklenir ki zaten? :) 


Not: Fotoğraflar tarafımdan çekilmiş olup yine tüm hakları tarafıma aittir. Kullanmak isterseniz lütfen yorum bırakın. Teşekkürler. 

29.3.12

Ağlayan Kalp (Dicentra Spectabilis)

,
Mart ayına veda etmeden sizleri romantik bahçelerin göz alıcı çiçeklerinden Ağlayan Kalp ile tanıştırmak istedim. Sadece bu ayda dikebileceğiniz Ağlayan Kalp adından da anlaşıldığı gibi kalp şeklinde çiçekleri ve kalplerden damlıyormuş gibi uzanan taç yapraklarıyla oldukça hoş görünen bir bitkidir. Pembe, beyaz, sarı ve kırmızı renkli türleri olan Ağlayan Kalp çok yıllık otsu bitkiler grubuna dahildir.
İthal edilen türleri olduğu gibi yurdumuzda da yetişen türü “dicentra spec” bulunur. Mayıs ve Haziran aylarında çiçeklerini açan Ağlayan Kalp ne yazık ki havalar iyice ısınmaya başladığında bahar mevsimindeki canlılığını kaybetmeye başlar. Direk güneş alan yerlerden çok yarı gölge ortamlara dikilmesi tavsiye edilir. İster tohumdan ister kökünden bölerek çoğaltmak mümkündür. Kökünden bölmek bana çok daha kolay geliyor, eğer sizin de tercihiniz bu yönde olacaksa Mart ayında bu yöntemi kullanabilirsiniz.
Tohum tercih edecekseniz yapı marketlerden ve seralardan temin edebilir ya da mevcut çiçeğinizin çiçeklenme dönemi bittikten sonra çiçekten alınan tohumları kullanabilirsiniz.
Saksıda kolayca yetiştirebileceğiniz Ağlayan Kalp, tercihen bol humuslu ve geçirgen topraklarda çok daha mutlu olacaktır.

27.3.12

Bahçemin Yeni Misafirleri

,
Güzel bir balkon/bahçe keyfi için Mart ve Nisan aylarında yapılan hazırlıklar çok önemlidir. Bu ayda atılan temellerle yaz ve hatta sonbahar ayları boyunca balkonunuzda ya da bahçenizde rengârenk çiçekler içinde soğuk ve iç karartıcı geçen kış aylarının acısını çıkarabilirsiniz.
Uzun bir aradan sonra bahçe severlerin ilgisini çekebileceğini düşündüğüm bu yazımla bloğumuza geri dönmek çok keyifli. Umarım siz de Mart ve Nisan ayları boyunca bahçenizi baştan yaratmak için vereceğim önerileri yararlı bulur, yazımı severek okursunuz.
Her bitkinin tohum ekme ve dikme ayları farklılık gösterse de çoğunlukla bahçe severlerin en yoğun çalışmaları gereken ay Mart ve Nisan aylarıdır. Hal böyle olunca bu aylarda seralardan, çiçek ve tohum pazarlarından alınabilecek en güzel bitkilere hep beraber göz atalım. Odunsu, Otsu ve Çalı başlığı altında üç bölüme ayırdığım çiçekleri siz de kolayca bulabilir, isteğe göre vereceğim bilgiler doğrultusunda bahçenizde misafir edebilirsiniz.
Odunsu Çiçekler: Acemborusu, Beyaz Yasemin, Hanımeli
Otsu Çiçekler: Aslanağzı, Bahçe Vanilyası, Begonya, Çin Karanfili, Hatmi, Itır, Kala, Kasımpatı, Katırtırnağı, Glayöl, Küpe Çiçeği, Mercan Çiçeği, Petunya, Sardunya, Süsen, Şakayık, Turuncu Zambak, Yer Açelyası, Yıldız Çiçeği, Acı Bakla, Afrika Zambağı, Ağlayan Kalp, Bahar Yıldızı
Çiçekli Çalılar: Lavanta, Biberiye
Yukarda gördüğünüz üzere liste çok uzun olduğundan ben önceliği en sevdiklerime vermeyi planlıyorum, sizlerin de merak ettiği çiçekler varsa onları bana iletmeniz beni çok mutlu eder.

Benim her daim en favori balkon çiçeğim çok dayanıklı olduğundan Sardunya’dır. Sardunya yetiştirmek istiyorsanız daha önce yazmış olduğum yazıma göz atmanızı öneririm.
Hanımeli (Lonicera Caprifolium)
Bana babaannemin bahçesini hatırlatan, çok güzel kokulu Hanımeli çiçeği listemin ikinci sırasında yerini alıyor. Şubat ve Mart aylarında dikimini yapabileceğiniz Hanımelleri en çiçekli dönemlerini Temmuz ve Ağustos aylarında geçirirler. Mart ayının son günlerinde olmamız sebebiyle bu çiçeğin dikimini yapmak isteyenlerin ellerini çabuk tutmaları gerekmektedir.
Her cins toprağa ekilebilen Hanımelleri direk güneş gören veya yarı gölgelik alanlara ekilebilir. Pembe, beyaz ve sarı renklerde çan şeklinde çiçekler açan hanımelleri çok hoş kokulu ve yenilebilen nektar üretmeleriyle de bilinirler. Portakal çiçeğini andıran bu güzel bitkiyi tırmanıcı özelliği sebebiyle bahçe girişlerine, pergola ve duvar üzerlerini kaplayabilecek şekilde dikmek güzel bir görüntü verir.
Tohumla üretimi zor olduğundan, çelikle üretimi tercih etmeniz daha iyi sonuç verecektir. Bunun için genç fideleri seçip, gerektiğinde ölü saplarını temizleyerek bakımını yapabilirsiniz.
Soğuğa dayanıklı bir bitkidir. Çok sıcak havalarda böceklenme görülebilir, bu gibi durumlarda sabah ve akşam bir pompa yardımıyla sabunlu su püskürtmek işe yarayacaktır. Çoğu bitki gibi akşamüstü, gölgeli ortamlarda sulanması tavsiye edilir.
Aslanağzı (Antirrhinum)
Arsız bitkilerden hoşlanıyorsanız Aslanağızlarını çok seveceksiniz. :) Eylül ve Mart aylarında tohumla üretilen Aslanağzını bahçenize kolayca ekebilir sonra yaz boyunca arsızca çoğalıp renk renk çiçekler vermesini seyredebilirsiniz. Aslanağzı gibi tohumdan üretilen bitkiler kolayca Koçtaş ve Bauhaus gibi yapı marketlerde bulunabilir.
Otsu bir bitki olan Aslanağzı yıllık, iki yıllık gibi farklı ömürlü türlere sahip olduğundan tohumları alırken bu konuda bilgi edinmenizde fayda var. Kırmızı, sarı, mor, pembe gibi bir sürü güzel renkte açan bu hoş kokulu çiçek özellikle toplu halde ekildiğinde oldukça zengin bir görüntü verir. Uzun boylu olan türü bahçelerde, kısa boylu olan türü balkonlarda tercih edilmelidir.
Güneşli havayı seven Aslanağzı tercihen geçirgen, kireçli ve kumlu topraklarda daha sağlıklı olacaktır. Yaz aylarında toprağın bir iki sefer gübrelenmesi daha büyük ve kokulu çiçek açmalarını sağlayacaktır.
Biberiye (Rosmarinus Officinalis)
Bu yazımın kapanışını çok çok sevdiğim Biberiyeyle yapmak istiyorum. Güzel kokusu, dört mevsim koruduğu yeşilliği ve özellikle et yemeklerimin vazgeçilmez aroması olduğu için bir ömür balkonumda yerini koruyacak bir bitki Biberiye. Egelilerin hem yemeklerde hem de bahçe kenarlarını çevrelemek için sıkça kullandıkları bu ucuz süs bitkisi, pek çok sosyetik için küçük paketlerde 5-6 TL verilerek satın alınan bir tür baharat. Aslında küçük paketine o kadar para vermek yerine balkonda bir saksı içinde dört mevsim yetiştirmek, kopartıp kopartıp yemeklerde taptaze kullanmak çok daha kolay.
Budanmadan bırakıldığında boyu 1-2 metreye kadar uzanan bir çalı türü olarak da bilinen Biberiye, Haziran ve Temmuz aylarında açtığı küçük mavi çiçekleriyle çok da sevimlidir. Bitkiden budanan genç sürgünlerin Şubat ve Mart aylarında toprağa daldırılmasıyla üretimi yapılır. Bu genç sürgünler çok bol olmamak kaydıyla düzenli sulandığında hemen tutacaktır.
Kış soğuklarına karşı dayanıklı bir bitki olan Biberiye sağlığa da oldukça faydalıdır. Taze olarak tüketilebileceği gibi birçok aktarda masaj yağı olarak bulmak da mümkün.
*Kan dolaşımını hızlandırır. Kılcal damarları açar.
*Karaciğeri tedavi eden bitkilerin başında gelir.
*Biberiye yağı, kanser tümörlerinin ve vücuttaki yağ bezelerinin zamanla eriyerek kaybolmasını sağlar.
*Yoğun aromasıyla sinirleri uyarır ve güçlendirir.
*Mide ve bağırsakları uyarır. Böylece sindirime (özellikle yağlı yiyecek yendiğinde) yardımcı olur.
*Hazımsızlıktan oluşan gazları söktürür.
*Safra salgısını artırır.
*İdrar söktürücüdür.
*Kadınlarda aybaşını düzene sokar. Gecikmeleri önler. İyi bir adet söktürücüdür.
*Etkili bir toniktir.
*Kas ağrılarını hafifletir.
*Romatizma ağrılarını azaltır.
*Burkulma ve eziklerde iyileştiricidir.
*Saç diplerindeki bezleri uyarır. Erken saç dökülmelerini önler

17.2.12

Cadının Seyir Defteri: Secret Circle

,

Efendim, pek uzun bir aradan sonra bloga yeniden dönüş yapmanın, üstelik de pek severek yazdığım Cadının Seyir Defteri serisinden yeni bir yazıyla karşınıza çıkmanın haklı gururunu yaşıyorum. An itibariyle konumuzsa bu sene CW'nun hayatımıza kattığı, kimimizinkine katamadığı, yeni dizisi Secret Circle. Fark edilebileceği üzere, nerede cadı var, büyücü varsa kendimi hemen orada bulduğumdan Secret Circle ilk kez kulağıma geldiğinde soluğu bilgisayar başında alıp oturdum izlemeye.

Öncelikle Secret Circle'ın bir nevi Vampire Diaries kardeş dizisi olduğu, proje bünyesinde barındırdığı yapımcı, senarist ve kimi yönetmenlerinin aynı zamanda Vampire Diaries'de de yer aldığını belirtmek lazım. Kısaca, Vampire Diaries için, "öyle ergen lise aşkı filan, bir de üzerine fantastik, hiç gelemem" diyenleri hemen eleyelim, zira Secret Circle fantastik dizi sevmeyenlerin hayatını değiştirecek kadar iyi olmamakla birlikte, türün severlerini kısmen tatmin edebilecek özellikleri bünyesinde barındırmakta. Vampire Diaries'in kardeş dizisi dedik, zira kitap uyarlaması olan dizi yine Vampire Diaries kitaplarının yazarı L.J Smith elinden çıkma. Fakat Smith, üçleme olarak hazırladığı Secret Circle serisini devam ettirmek istese de Alloy Entertainment ve HarperTeen'in kendisine attığı yasal bir kazık sonucu yazdığı dördüncü kitap reddediliyor ve serinin yeni kitabı Aubrey Clark tarafından yazılıyor. The Divide (Bölünme) adıyla basılacak kitap 20 Mart'ta Amerika'da tüm kitapçılarda olacakmış, velhasıl bizim memlekete ne zaman gelir bilinmez. Yazar Smith blogundan içleri acıtan bir isyan mesajı yazarak "kitabımı devam ettirmek istiyorum, izin vermiyorlar" diyor. Kendi yarattığı bir dünyayı devam ettirme hakkının kapitalizmin vahşi elleri tarafından başka bir yazara devredildiğini düşünürsek, ben oturduğum yerden sinirlendim mesela. Kadıncağızın isyanını okumak isteyenleri buraya alabiliriz. Şahsen kitaplara dair en ufak bir fikrim yok, fakat okumuş olanlar dizisinden çok farklı olduğunu söylüyorlar. O halde ben dizimize döneyim.

Diziyi her türlü spoiler'dan uzak durarak özetlemek gerekirse: Sarışın ergen kızımız Cassie Black, annesiyle birlikte mutlu mesut yaşar iken, annesi ölür ve anneannesiyle birlikte yaşamak üzere Chance Harbor'a taşınır. Burada annesinin ve babasının cadı olduğunu, toplanıp büyü yaptıkları gizli bir toplulukları olduğunu (bkz. Secret Circle) ve kalıtsal olarak kendisinin de büyü yapabildiğini öğrenir. Annesiyle babasının büyü yaptığı grubun yeni jenerasyon çocuklarıyla aynı okula gitmektedir. Böylelikle kendi secret circle'larını oluşturup maceradan maceraya koşarlar. Söz konusu CW dizisi olunca tabii ki ortada var olan bir aşk üçgenimiz vardır. Cassie kızımız Jake beni karanlık tarafımla seviyor ama Adam da bana iyi geliyor, gibisinden git-gellerle bir yandan bir aşktan öbürüne sürüklenir, bir yandan da kendi içinde karanlık taraf-ayrdınlık taraf mücadelesi verir.
Kısaca azıcık Twilight, azıcık Vampire Diaries, azıcık da Charmed'ı hatırlatan Secret Circle'ı benzerlerinden ayıran ve benim hala merakla izlememe sebep olan özelliği ise, her bölüme korku ögelerinin çok iyi döşenmiş olması. Paranormal Activity'i evde tek başına izleyebilen bendenizi, sakin sakin dizi izlerken yerinden sıçratabilen kimi sahneler, rutinleşip sıkıcılaşabilecek diziye artı puan katıyor. Dizinin giriş ve aynı zamanda bitiş jingle'ı da her seferinde tüylerimi diken diken ediyor. Dizinin yine ilerki bölümlerde üzerine oynanabilecek potansiyellerinden birisi ise Faye'i canlandıran Phoebe Tonkin. Dizideki performansı çok iyi, bu diziden sonra daha da büyük projelerle yola devam etmesini beklediğim bir isim kendisi. Üstelik eğlenceli de bir insan, twitter'dan takip etmek isteyenleri şuraya alabiliriz mesela. Sağdan soldan okuduğum kadarıyla Cassie'yi canlandıran Britt Robertson ile Adam'ı canlandıran Thomas Dekker'in genişçe bir hayran kitlesi varmış. Ben henüz öyle çok büyük bir performanslarını görememiş olsam da bunun sorumlusunun azıcık da senarist ekip olduğu kanısındayım. Zira karakterlerimiz fazlasıyla iki boyutlu. Dizi hem karakterlerinde hem de konu gelişiminde klişelerden ne kadar uzaklaşırsa o kadar başarılı hale gelecek, zira şu haliyle türün sevenlerine sadece umut vaat etmekten öteye geçemiyor.

Şimdilik, Vampire Diaries'i "eh olsa da olur olmasa da" halinden "ben bir hafta izlemeden nasıl duracağım"a getiren yaratıcı kadrodan, Secret Circle'da da benzer bir performans sergilemeleri temennisiyle yazıyı noktalıyorum.

 

BOLAHENK SOKAK Copyright © 2011 | Template design by O Pregador | Powered by Blogger Templates