İletişim
Bolahenk Sokak'la ilgili güncellemeleri twitter'da da takip edebilir, sorularınız veya yorumlarınız için bolahenksokak@gmail.com adresinden yazarlarımızla iletişime geçebilirsiniz.
İzleyiciler
Pages
Popular posts
-
Uzun yıllar tırnak yeme alışkanlığımdan vazgeçemedim. Acı oje (tadını çok severim :) ) sürmek, düzenli manikür yaptırmak , protez (porselen...
-
skins 1. jenerasyon Konu sinema-televizyon olunca Amerikan popüler kültürünün dünya popüler kültürü üzerindeki etkisi her zaman Avrupa'n...
-
Sylvia Plath ya da Ted Hughes'la ilişiği bulunmayanlar ya da aşağıda Sibel'in Sylvia yazısını okumayanlar için çok bir şey ifade etm...
-
Kozmetik üzerine yazılar yazan blogları çok fazla takip etmediğimi itiraf ederek başlamak daha doğru olacak galiba.. Benden bu alanda çok d...
-
Kaş ve kirpik bakımında etkili olduğunu düşündüğüm birkaç kozmetik ürünü ve destekleyici makyaj malzemelerini yazımın birinci bölümünde siz...
2.5.10
Bright Star / Parlak Yıldız: Dolaylı da Olsa Çok Başarılı Bir John Keats Portresi
Gönderen
Sibel
,
zaman:
2.5.10
Son zamanlarda izlediğim birkaç filmle ilgili küçük notlar hazırlamak niyetindeyken bu filmlerden biri olan Bright Star'ın, yani Parlak Yıldız'ın geçtiğimiz cuma Türkiye'de gösterime girdiğini öğrendim biraz önce. Bu da planladığım yazıyı tamamen değiştirmiş oldu ama Bright Star o kadar güzel bir film ki, onun uğruna şu an diğer filmleri (aralarında Control olsa bile) feda ettiğim gerçeği canımı gerçekten hiç sıkmıyor, aksine filmi sinemada izlemediğime yanıyorum sadece.
Sanırım filmle ilgili ilk söylenmesi gereken son birkaç senedir -romantize edilmiş öykülerin daha çok ilgi çekeceğinin düşünülmesinden dolayı olsa gerek- özellikle popüler Amerikan sineması ve edebiyatında karşımıza çıkan, sadece merkezde olan figürün uğraşından değil de sevdiceğiyle olan ilişkisi üzerinden uğraşı üzerine odaklanmış ürünlerden biri olduğu. Ancak, bu film izleyicisini, aralarında 2007 yapımı Becoming Jane'in ve geçtiğimiz sene sonunda film uyarlamasının da gösterime girdiği 2003 tarihli Audrey Niffenegger romanı The Time Traveler's Wife'ın da olduğu bu edebiyat ve sinema eserlerinden çok daha farklı bir yere taşıyor. Öncelikle, Sylvia ile ilgili yazımda da üzerinde durmaya çalıştığım biyografik ürünlerin malzeme edindiği figürden bağımsız varolması gerekip gerekmediği sorusunun cevabını olumlu varsayarak yola çıkıyor. Yani Bright Star John Keats'in edebi mirası üzerinden bir ilişki portresi tutturma ve izleyicinin sempatisini yakalama çabasında hiç değil, bunu da size her sahnesinde hissettiriyor. Hatta çoğu zaman -filmin John Keats metinleriyle bir olduğu sahnelerde bile- size John Keats'in hayatının 3 yılına dair bir film izlediğinizi bile unutturuyor. Ancak bunun "neden", "nasıl" ve "acaba böyle mi olmalıdır" kısmına bakmadan sanırım filmle ilgili biraz bilgi vermek, henüz izlememiş olanlar için söylediklerimi takip etmek açısından gerekli olacak.
Film Romantik akımın önde gelen 19. yüzyıl şairlerinden John Keats'in Fanny Brawne'le ne yazık ki Keats'in sadece 25 yaşındaki ölümüyle son bulan ilişkisini anlatıyor. Keats, her ne kadar günümüz İngiliz edebiyatı eleştirmenleri tarafından yere göğe sığdırılamasa ve hakkında Tennyson ve Owen'ın şiirini çok etkilediği üzerine methiyeler düzülse de, yazdığı dönem içinde iyi eleştiriler alamamış, hayatını çoğunlukla arkadaşlarının yardımıyla idame ettirmiş bir şair. Dolayısıyla hiçbir zaman maddi geliri dönem toplumunda bir kadınla resmi bir ilişki yürütmesine, yani evlenmesine yeterli olmamış. Tahmin edebileceğiniz üzere de adını Keats'in Brawne'a yazdığı bir şiirden alan Bright Star, bu çiftin birlikte olamama hikayesi aslında. Bu özet sizde çok iç karartıcı bir film, bir tür melodram izleyeceğiniz beklentisini doğurmasın, nitekim birazdan sayacağım, filmi sadece bir biyografik-dönem filmi olmaktan öteye taşıyan bir çok özellik ve çiftin biraraya gelme öyküsünün fazlaca romantize edilmeden, benzer geçmişlerinin ve hayat beklentilerinin biraya getirdiği iki birey portresi çizerek çok doğal bir şekilde anlatılması, filmi ele aldığı hikayenin trajik içeriğine rağmen çok karamsar bir film olmaktan kurtarıyor. Nihayetinde bu film mutsuz sonu bir yana, son zamanlarda izlediğim en iyi romantik olmak için çırpınmadan masum bir romantizm tutturabilen aşk filmi kısacası.
Filmi tarif etmeye çalıştığım bu başarıya ulaştıran özelliklere gelince..Öncelikle, filmin üzerinde çok çalışıldığı ve sahneler arasındaki geçişlerde tonun bozulmaması için çok temkinli davranıldığı her sahnesinden belli olan çok çok iyi bir senaryosu var. Asla hiçbir sahnesi sizi sıkmıyor, her sahnenin filmin bütünlüğü için gerekli olduğunu mutlaka hissettiriyor. Bu açıdan filmin ilerleyiş hızı da hikayesine çok uygun. I'm Not There ve Perfume : The Story of a Murderer'daki oyunculuklarıyla internette ismini, filmograsini arayıp her seferinde adını yine unuttuğum Ben Wisham bu film sonrası pek unutulabilir gibi değil. Yine filmin tonu gibi çok yalın ama çok başarılı bir performansı var. Fakat, bu filmin starı, adının da ima ettiği gibi Fanny Brawne rolüyle 82 doğumlu Abbie Cornish. Vanity Fair'in "önümüzdeki on yılın gelecek vadeden yıldızları" sayısında Kristen Stewart ve Carey Mulligan ile kapağı paylaşan Cornish'in filmdeki performansı size kendisinden daha önce haberdar olmadığınız için kendinizi kötü hissettirecek kadar iyi. Komik biliyorum ama benim "güzel ağlayan" oyunculara dair bir zaafım vardır, Meryl Streep'i, Leonardo DiCaprio'yu ve Natalie Portman'ı biraz da bu yüzden çok severim itiraf edeyim, Abbie Cornish o "listede" Meryl Streep'le yarışacak kadar iyi. Rolünün içinde en az Meryl Streep kadar kaybolduğunu hissetmemeniz mümkün değil, gözlerinden, her ifadesinden, jestinden duygu fışkırıyor. Dolayısıyla Keats'in şiirlerine ilham kaynağı olan Fanny Brawne imgesini ekranda çok iyi yaşatıyor, ondan başkasını o rolde düşünemiyorsunuz. Son olarak, film yazımın başında da söylediğim gibi Keats'in mirasına hiç ihtiyaç durmadan da tüm bu saydıklarım, yani senaryosu, tonu ve çok başarılı performansları sayesinde, ayakta dimdik duruyor. Bunun üzerine, ihtiyacı olmamasına rağmen, çok başarılı yansıttığı durumların sizi en çok etkileyecek, içinizi parça parça edecek olanlarını da Keats'in şiirleriyle süslüyor. Daha ne ister ki insan bir filmden? Bana Keats'le ilgili şiir ve metin analizi derslerinde "Bunu da bilmek lazım." diyerek ödev niyetine okuduğum Ode on a Grecian Urn'den daha fazlasını okumam gerektiğini bile hissettirdi. Romantik şiiri az çok bilenler bunun çok büyük bir iltifat olduğuna dair benimle hem fikir olacaktır diye tahmin ediyorum :)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Sağlam ve kararlı adımlarla film eleştirmenliğine doğru bir gidiş. Yazılarını gazete ve dergilerde okuyacağımız günleri sabırsızlıkla bekliyorum.
ne güzel bir yorum bu böyle,
çok teşekkür ederim :)
Durum şu ki, bizzat yaş 25'e yaklaştığımızdan mıdır nedir, Keats'in genç öldüğünü öğreneli bilmem kaç yıl geçmesine rağmen, ilk kez şimdi "ulan ne genç ölmüş yaa" dedim ve sanki dün ölmüş gibi bir daha üzüldüm.
Ama en azından genç ve güzel ölmüş diyip, Keats şiirinden teselli bulacağım. Hatta bu yorumu da şöyle bitireceğim:
"Beauty is truth, truth beauty," - that is all
Ye know on earth, and all ye need to know.
ben genç ölmüş olmasından çok başarısız olduğunu düşünerek ölmesine üzülüyorum açıkçası.
bi de biraz araştırınca ve filmi izleyince ne kadar zor bir hayatı olduğunu da görüyorsun, o da insanın içini parçalıyor.
O halde filmi izleyip, öyle döniyim ben sana
ben de izleyeceğim mutlaka filmi. cidden çok iyi bir yazı olmuş, fena bir itiraf olacak ama (o La Belle Dame Sans Merci'yi konu edinen tablo hariç tabii) Keats'e katlanamazdım ben pek lisans yıllarında. Ama şu an çok merak etmiş bulunmaktayım. Ellerine sağlık!!
sığ izleyici yorumu:
romantik şairlerden ben bir tek keats'i sever idim zaten, şimdi bu kararımı yeniden onayladım. sonu, hikayesi içimi burdu çok fena.
son not: keats'ın ben wisham kadar yakışıklı olma ihtimaline rağmen bile, bu romantiklikle olmazmış be abi! Romantizmin fazlası, çiçek görüp şiir yazmak falan, bünyeye zararlıymış. Hatta bu kadar romantik olursan, sonunda ölüverirsin gibi bi çıkarımım var ki, filmin gidişatı da beni haklı çıkardı hakikaten.
hayat zor, eğer keats'sen belli ki daha da zor.