İletişim
Bolahenk Sokak'la ilgili güncellemeleri twitter'da da takip edebilir, sorularınız veya yorumlarınız için bolahenksokak@gmail.com adresinden yazarlarımızla iletişime geçebilirsiniz.
İzleyiciler
Pages
Popular posts
-
Uzun yıllar tırnak yeme alışkanlığımdan vazgeçemedim. Acı oje (tadını çok severim :) ) sürmek, düzenli manikür yaptırmak , protez (porselen...
-
skins 1. jenerasyon Konu sinema-televizyon olunca Amerikan popüler kültürünün dünya popüler kültürü üzerindeki etkisi her zaman Avrupa'n...
-
Sylvia Plath ya da Ted Hughes'la ilişiği bulunmayanlar ya da aşağıda Sibel'in Sylvia yazısını okumayanlar için çok bir şey ifade etm...
-
Kozmetik üzerine yazılar yazan blogları çok fazla takip etmediğimi itiraf ederek başlamak daha doğru olacak galiba.. Benden bu alanda çok d...
-
Kaş ve kirpik bakımında etkili olduğunu düşündüğüm birkaç kozmetik ürünü ve destekleyici makyaj malzemelerini yazımın birinci bölümünde siz...
14.7.10
Gotik Edebiyat: Udolpho'nun Gizemleri
Gönderen
ladylestrange
,
zaman:
14.7.10
Cadı dizileriyle ilgili bir ton şey karalamışken, gotik edebiyata girmemek olmazdı. Önceden belirtmem gereken konu şu ki, şayet gotik edebiyatın ilk örneklerine dalmaya karar verirseniz, aklınızı bugünün standartlarından uzaklaştırmanız gerektiği olacak. Bugün bize klişe gelen bir sürü detayın, o zamanın okuyucularının korkulu rüyalar görmesini sağladığını unutmamak lazım. Dolayısıyla nacizane tavsiyem beklentileri 18. yüzyıl civarında sınırlı tutmak gerektiği yönünde olacak.
Gotik edebiyat örneklerini sıralamak için ciltler dizmek gerekebilir tabii. Ama ben, ilk olarak Udolpho'nun Gizemleri ile başlamayı uygun buldum. Orjinal adı The Mysteries of Udolpho olan kitabın yazarı Ann Redcliff. 1794'te dört kitap halinde basılan Udolpho'nun Gizemleri, Emily St. Aubert'in talihsiz maceralarını anlatıyor. Roman, içerdiği korku ögeleri, doğaüstü yan hikayeleri, ana karakterleri ve mekanlarıyla Gotik romanın en tipik örneklerinden birisi. Fakat dönem okurları tarafından bugün bizde Alacakaranlık serisinin yarattığı türden bir heyecan yarattığını da belirtmek lazım. Ortada çıplak dolaşan erkek karakterler yok tabii, ama hikayenin baştan sona bir damsel in distress vakası olduğunu da söylemek lazım. Burada da her daim kurtarılmaya muhtaç kızımızı kurtarmaya hevesli pek çok erkek karakterimiz var. Kulağa tanıdık gelmiştir sanırım.
Emily St. Aubert, zenginliği azalmakta olan Fransız bir ailenin kızı. Babasıyla birbirlerine çok yakınlar ve doğa sevgisi gibi çok büyük bir ortak zevki paylaşıyorlar. Emily, Gaskoni'den Akdeniz'e kadar uzanan bir gezide babasına eşlik ediyor; gezi sırasında da, en az onlar kadar doğaya hayran olan yakışıklı Valancourt ile tanışıyor. Ve tabii ki Emily ile Valancourrt birbirlerine aşık oluyorlar.
Fakat acımasız kader ağlarını örüyor ve Emily'nin babası hastalanıp ölüyor. Öksüz kalan Emily, ilgisiz, sevgisiz ve kendisiyle hiçbir ortak zevki paylaşmayan halası Madam Charone ile yaşamak zorunda kalıyor. Kaba ve yaşlı bir kadın olan Madam Charone, Sinyor Montoni adlı İtalyan'la evleniyor. Montoni önce Emily ve Valancourt'u ayırıyor, daha sonra da karısı ve Emily'i uzaktaki izole ve eski şatosu Udolpho'ya götürüyor. Artık Emily ve halası Madame Charone, Montoni'nin şatosunda esir hayatı sürmeye başlıyorlar.
Fakat korkutucu olaylar burada da bitmiyor. Udolpho'da gizemli olaylar oluyor; Emily sıkça doğaüstü olaylara şahit oluyor. Madame Chrone'un ölümünün ardından büyük bir mirasa sahip olan Emily, Montoni'nin uyguladığı şiddetin hedefi halini geliyor. Emily kendisini hayalet hikayelerinin etkisinden kurtarmaya çalışırken, olaylar akılla hayal gücünün savaşına dönüşüyor ve sonuçta karşımıza Scooby Doo tadında bir kurtarılmaya muhtaç çaresiz kız hikayesi çıkıyor.
Emily'e yardım eden ve onu koruyup kollayan erkek karakterlerimiz her daim mevcut. Bu, Emily'nin dillere destan güzelliğinin de bir sonucu tabii ki. Ne de olsa Emily öyle güzel bir kız ki, bir kez bakan sonsuza dek aşık oluyor. Annelerimiz "Allah çirkin şansı versin" derken haklılarmış kanımca, zira Emily de bu güzelliğini hem kötü adamımız Sinyor Montori'nin uyguladığı kaba kuvvetle, hem de Udolpho'da duyduğu hayalet hikayeleriyle ödüyor. Yani Emily için şiddet iki türlü: İçsel ve dışsal.
Udoplho'da kaldığı süre boyunca ve sonrasında da Emily'e hayalet hikayelerini anlatanlar, hep kadın hizmetçiler. Hayalet hikayelerinin tamamı ise, kadın hayaletlerle ilgilidir. Tüm mistisizm ve tekinsizlik hissi, bu hikayeler aracılığıyla kadınlara yükleniyor; çünkü bu hikayelerin kahramanları da, anlatıcıları da, dinleyicileri de kadınlar. Ya da Kate Millet'ın sözleriyle,
“Sorumluluğun hatta suçun tüm ağırlığı...” köşesinde oturmaya razı olmayan kadının sırtına yükleniyor.
Radcliffe'in roman boyunca doğaüstü olayları değerlendirme biçimi, kadının hayallere kendini kaptırmaya ne kadar elverşili olduğu yönündeki Aydınlanmacı ve Protestan görüşü destekler nitelikte. Bu anlamda Radcliffe feminist anlamda devrimci bir metinden çok, cinsiyet, sınıf ve hiyerarşi bakımından gelenekselci bir metne imza atıyor. Bu sebeple, Udolpho'nun Gizemleri'ni aydınlanmacı bir metin olarak kabul etmek yanlış olmaz. Emily romanın sonunda, tüm hayali korkularının ardındaki mantıksal sebepleri öğrenerek, hem Montoni'nin baskısından, hem de kendi hayal ürünlerinin yarattığı dehşetten aynı anda kurtuluyor. Bu da romana az önce sözünü ettiğim Scooby Doo efektini katıyor.
Tahmin edebileceğiniz gibi, Emily korktuğu anlarda bayılan, sürekli kendisini melankolik hisseden ve romantik soneler okuyan bir karakter. Tam da bu noktada romanın büyük ikilemi yaratılıyor: Akıl ve Duygular. Emily'nin roman boyunca en büyük savaşı da aklının duygularına karşı verdiği savaş. Gerçek ve doğaüstü arasındaki ayrım da bu savaş süresince ortaya çıkan sonuçlar.
Emily'nin Udolpho'ya doğru çıktığı yolculuk, bu anlamda içsel olarak değerlendirilebilir. Roman ilerledikçe en başta hayalperest ve romantik bir karakter olan Emily'nin, romanın sonlarına doğru mantığına sıkı sıkı sarılan bir karaktere dönüşümünü izliyoruz.
Doğaüstü olaylara dair olan korkusu da esaret halinde ortaya çıkıyor. Emily yalnızca taş duvarlar ardına kapatılmakla kalmıyor, aynı zamanda kendi zihninin içine de hapsediliyor. Jale Parla'nın sözleriyle:
"Ev, oda, yatak gibi mekanlar kadın yazarların eserlerinde engellenmeyi, hapsolmayı, tutsaklığı simgelerler. Tutsaklıkla özgürlük ayrı kutuplar olarak yazıda rüyalarla, kabuslarla ve hayallerle anlatılır. Çünkü rüya ve hayaller çatısızken, kabuslar klostrofobiktir."
Eski edebiyata, gotik romanların ilk örneklerine meraklıysanız Udolpho'nun gizemleri size istediğinizi verecektir. Jane Austen'ın daha sonra Northanger Abbey'de dalga geçtiği gibi, kitabı okurken kendinizi kaybetmiyorsunuz, ya da bugünün jargonuyla bir çeşit Alacakaranlık-vari etkiye kapılmıyorsunuz ama insana "nereden nereye" sorusunu cevaplamada oldukça iyi ipuçları sunduğunu söyleyebilirim.
Kitabı okumak isteyenler Pandora'ya bakabilirler.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
merhaba öncelikle yazınız için teşekkürler. ben de bu kitap hakkında bir sunum hazırlayacağım fakat Türkçesini bulamıyorum. yardımcı olursaniz sevinirim
Merhaba ! Cidden bu yazınız benim için çok büyük bir umut ışığı oldu . Bu kitabın türkçesini hiçbir yerde bulamıyorum ! Google görsellerde bile bulunmuyor . :( . Acaba ben mi bulamadım yoksa türkçeye çevrilmedi mi ? Çevrildiyse nerden temin edebilirim sizce ?
Ahmet Mithat Efendi'nin çevirdiği bir tercümesi var, Udolf Hisarı diye aratırsanız bulabilirsiniz :)