İletişim
Bolahenk Sokak'la ilgili güncellemeleri twitter'da da takip edebilir, sorularınız veya yorumlarınız için bolahenksokak@gmail.com adresinden yazarlarımızla iletişime geçebilirsiniz.
İzleyiciler
Pages
Popular posts
-
Uzun yıllar tırnak yeme alışkanlığımdan vazgeçemedim. Acı oje (tadını çok severim :) ) sürmek, düzenli manikür yaptırmak , protez (porselen...
-
skins 1. jenerasyon Konu sinema-televizyon olunca Amerikan popüler kültürünün dünya popüler kültürü üzerindeki etkisi her zaman Avrupa'n...
-
Sylvia Plath ya da Ted Hughes'la ilişiği bulunmayanlar ya da aşağıda Sibel'in Sylvia yazısını okumayanlar için çok bir şey ifade etm...
-
Kozmetik üzerine yazılar yazan blogları çok fazla takip etmediğimi itiraf ederek başlamak daha doğru olacak galiba.. Benden bu alanda çok d...
-
Kaş ve kirpik bakımında etkili olduğunu düşündüğüm birkaç kozmetik ürünü ve destekleyici makyaj malzemelerini yazımın birinci bölümünde siz...
16.7.10
savaş çağı umut çağı: bir yirmi yaş güncesi
Gönderen
ucucaparklar
,
zaman:
16.7.10
şu yazımda cangençlik'in ilk kitabı yayınlandığında onun hakkında bir yazı yazacağımdan bahsetmiştim. işte bu yazıyı, oya baydar'ın "savaş çağı umut çağı" üzerine yazıyorum.
üniversitede okurken sıkça tartıştığımız konulardan biri, bir metni ele alırken metnin yazıldığı dönemin koşullarını, yazarla ilgili kişisel bilgileri göz önüne almak gerekir mi, yoksa metni tek başına, diğer her tür bağlantıdan bağımsız bir bütün olarak değerlendirmek daha mı doğrudur ("yeni eleştiri"yi destekleyenlerin yaptığı gibi) meselesiydi. "savaş çağı umut çağı" hem türkiye'de gençlerin ciddi anlamda politize olduğu bir dönemi ele aldığı, hem de "bir yirmi yaş güncesi" alt başlığından da anlaşılabileceği gibi 20'li yaşların başında bir yazarın yine aynı yaşlarda genç bir kızın hayatını anlattığı bir roman olması açısından, dönemin koşullarını ve yazarın kendisini göz ardı ederek değerlendirilmeyi neredeyse imkansız kılıyor.
annem ve babam "savaş çağı umut çağı"ndan bir sonraki üniversiteli kuşağın politik ortamında aktif olmuş insanlar olsalar da, gençlik anılarından hiç bahsetmezler. nedendir bilinmez, ben de hep anlatsınlar isterim, o günleri bizzat yaşamış, sokaklara dökülen kalabalıkların içinde yer almış insanların ağzından dinlemek isterim, ama bugüne kadar ağızlarından çok az şey alabildim. "savaş çağı umut çağı" bu açıdan çok çok önemli bir kitap bir defa. 60'lı yılların gençliğinin yaşadıklarını, ikilemlerini, çatışmalarını o dönemi yaşamış birinin, tam da o günlerde yazmış olması çok farklı bir bakış açısı getiriyor önümüze. kitabın ana karakteri (adı kitap boyunca hiç geçmiyor) farklı arka planlardan gelen arkadaşlarıyla ilişkilerini, annesiyle yaşadığı kuşak çatışmalarını, aşka ve cinselliğe bakışını, özgürlüğe düşkünlüğünü ve inanç-inançsızlık arasındaki gitgellerini tamamen kişisel bir bakışla anlatırken, dönemin politik ortamına "insancıl" bir boyut getiriyor. bu sayede, o yılları, dönemin ruhunu belki de en iyi yansıtabilecek genç bir kızın gözünden görme imkanı sağlıyor. "savaş çağı umut çağı"nı sevmemin en büyük sebebi bu; bugüne kadar okuduğum, 60'lı yılları anlatan kitapların tümü politik bir kaygıyla yazılmış, bir görüşü aşılamaya çalışan, ve bu açıdan son derece genelleyici, "bağıran" kitaplardı. "savaş çağı umut çağı"nın böyle bir derdi yok, bu nedenle de o yıllarda yazılmış kitapların çoğundan ayrı bir yerde duruyor.
"savaş çağı umut çağı"nı yukarıda bahsettiğim tüm bağlantılardan bağımsız değerlendirmek istemememin bir sebebi de kitabın 20'li yaşların başındaki bir yazar tarafından yazılmış olmasının getirdiği bazı acemilikleri barındırıyor olması. örneğin, yazarın bazı meselelerin çok üzerine gittiğini ve anlatının her adımında bunları tekrarladığını fark etmemek mümkün değil. ayrıca, ana karakterin inançsızlığı ve özgürleşme arzusu, her ne kadar kitabın temel öğelerinden olsa da, devamlı tekrarlandığı için ve okuru biraz yoran bir mevzuya dönüşüyor. ana karakterin annesiyle sürekli tartışması, gençlerin kendilerinden bir önceki kuşakla çatışması temasının da sıklıkla vurgulanmasına yol açıyor ve bu tekrarlarda yazar, anne-babalarla çocukların ilişkilerine, jenerasyonlar arası farklara ve bu nedenle ortaya çıkan problemlere dair genellemelere düşmekten kaçınamıyor. özellikle birinci bölümdeki "babalarımız: hep haklı olduklarına inandığımız kişiler" (sayfa 22) şeklindeki genelleyici cümleler metnin akıcılığını bozan öğeler olarak karşımıza çıkıyor.
elbette, romanın yazıldığı dönemin edebiyat ortamı ve yazarın kitabı genç yaşta kaleme almış olması göz önüne alındığında kitapta bu tür aksaklıklar olması doğal karşılanabilir.
buna karşılık oya baydar, hikayesini anlatmak için seçtiği yolu deneyimli yazarlara taş çıkaracak kadar ustalıklı bir şekilde kullanıyor. evle ilgili sorunlardan okuldaki meselelere, ardından mehmet'le ilişkilerine, oradan da sevgi'nin sorunlarına geçerken okuru hiç rahatsız etmeyecek bir akışkanlıkla sürdürüyor anlatımı. kitabın beş bölümü farklı zamanları, mekanları ve karakterleri barındırıyor fakat yazar anlatımı oradan oraya atlıyormuş gibi gözükmeden ya da bilinç akışındaki gibi karmaşıklaşmadan sürdürmeyi başarıyor.
sonuç olarak, "savaş çağı umut çağı" yalnızca genç okurların değil, 60'lı yılları gençlerin gözünden görmek isteyen herkesin sıkılmadan okuyabileceği bir roman. cangençlik'in ilk kitap olarak "savaş çağı umut çağı"nı seçmiş olması da bence çok doğru bir tercih olmuş. bu arada "savaş çağı umut çağı" gördüğüm en çarpıcı kitap adlarından biri olabilir, onu da söylemeden edemeyeceğim.
cangençlik'in bundan sonraki eylemlerini merak ediyorsanız şuraya bakmanızı da öneririm.
bir sonraki edebiyat yazımda cortazar'ın "ayakizlerinde adımlar"ından bahsedeceğim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
işe giderken yolda okuyacak bir kitap ararken iki gün önce elim bu kitaba uzandı, dili çok akıcı olduğu için de bugün bitirdim. yazını ilk yazdığın zaman kitabı okurum diye okumamıştım, demin okudum, şahane bir yazı olmuş. eline sağlık.
anlatılan politik-toplumsal mevzuuları insancıl kılma meselesine katılıyorum. apolitik bizim kuşağın gerçekte o günlerde ne olduğunu öğrenmeye itecek kadar gerçekçi ve güzel bir üniversite ortamı / arkadaşlıkları tasviri var. bu kadar birbirinden farklı gençlikler yaşamış jenerasyonların insanları olarak o uçurumu hissetmemek mümkün değil.
bir yandan da kitabı okuyan çoğu insandan duyduğum "fazla politize" eleştirisiyle ilgili beni de rahatsız eden şeyler oldu. "belli bir düzenin insanı olmak", "o düzende nefret ettiğim her şeyi simgeleyen adam" vs gibi laflar benim de kitabı okurken içimi sıkmadı değil. ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta o rahatsızlıkların yazarla, yazarın metniyle değil, bugünün siyasi koşullarında edebiyat fakültesinde o dönemi canlandırmaya çalışanların bunun gibi lafları kafamıza kakmalarıyla ilgili olduğu.
can gençlik için de ilk kitap için manidar ve biraz da olacakları foreshadow eden bir seçim olmuş. bugün okurken içimden bunu dedim kendi kendime.
neyse, yorumumun düştüğü mail inbakslarına buradan selam ederim. depreşmişim, çenem düştü :-*