6.3.11

Blue Valentine ile paramparça!

,
Bir filmi iyi film yapan nedir? Yönetmeni mi, oyuncusu mu, sinema yönetmeni mi, yaşattığı katharsis mi, gerçekçiliği mi? Cevabını tabi ki bilmiyorum ve tabi ki bu cevap sübjektif olduğu kadar objektif kıstaslar içerebilir. Ancak son zamanlarda izlediğim, çok etkilendiğim ve çok iyi yorumlar aldığını fark ettiğim çoğu film insanı ekran karşısında dayak yemişe çevirecek kadar realist ve "çıplak"; yani sinemanın bayıldığı, mümkün olsa da bizim asla başımıza gelmeyecek imkansız hikayelerden uzak. Bir ay kadar önce ladylestrange ile birlikte sinemada izleyip çok beğendiğimiz; ama etkisinden de bir türlü kurtulamadığımız Bitiful böyle bir filmdi mesela, Blue Valentine da böyle bir film. 
Adını Tom Waits'in 1978 tarihli albümünden alan film, gelecek beklentileri ve sosyal statüleri birbirinden çok farklı Cindy ve Dean'in aşık olup evlenme hikayeleri ile boşanmaya giden kopuşlarını aynı anda anlatıyor. Dean bir taşımacılık firmasında çalışırken taşımasını yaptığı bir huzur evinde büyük annesini ziyaret etmekte olan Cindy ile karşılaşıyor ve onu bir türlü unutamıyor, ancak Cindy'nin çok mutsuz bir ailesi ve bir sevgilisi var. Gerisi ise her şeye rağmen tahmin edebileceğiniz gibi evliliğe gidiyor. Ancak hep izlemeye alışık olduğumuz gibi evlilik bir son değil, neredeyse bir başlangıç bu filmde. Ne kadar biraraya geliş hikayeleri de verilse de, odak çökmekte olan evliliklerinde. İlişkilerinin başlangıcı, o çöküşe ayna tutmak için var gibi. Film, bu iki genci birbirine iten şartları ve aşklarını anlatırken bize bu iki bireyi hem çok yakından tanıtıyor hem de hiç tanıtmıyor. Bu açıdan film, belli kesitler üzerinden öyküsünü anlatmayı seçmiş denebilir. İkisinin birbirlerinden nasıl uzaklaştıklarını ama kopamadıklarını, şimdiki durumları ile birebir zıtlık içeren ama en az bir o kadar iç parçalayan geçmişe dönüşler ile birlikte izliyoruz. Bu geçmişe dönüşler ne klasik bir flashback şeklinde ne de Inarritu'da karşımıza çıkan parçalı bir biçimde verilmiş. Bu açıdan oldukça ilginç bir anlatı biçimi seçtiği söylenebilir. Bu biçimin karakterleri daha sempatik, özdeşleşilmese de anlaşılır kılan yapısına yönetmen Derek Cianfrance'in sıkça başvurduğu yakın çekimler de katkıda bulunmuş, ki benim filmle ilgili sevmediğim tek şey de yakın çekimlerin bu yoğunluğu oldu. 

Cianfrance filmin üzerinde 12 yıl boyunca çalışmış ve bu 12 yıl boyunca Cindy için düşündüğü oyuncu hiç değişmemiş. Bu 12 yıl boyunca tam 12 senaryo draftı yazılmış ki yazılan son senaryonun bile izlediğimiz film olduğunu söylemek çok güç çünkü Cianfrance Williams ve Gosling'den diyaloglarını improvize etmelerini istemiş. Tüm bunları da izlediği filmlerdeki karakterler gibi "gerçek insanların fantezi versiyonları" olan karakterler yaratma arzusuyla açıklıyor. Gerçekten de onun "tanıdığı insanların hayatları gibi hayatlar yaşayan" karakterlerin hikayesini anlatma isteği filmin her sahnesine nüfuz etmiş durumda, izlerken ve izledikten sonra "böyle şeyler kimsenin başına gelmiyor," demek mümkün değil. Cianfrance'in anlattığı aşk hikayesi ve film boyunca parça parça ettiği evlilik, komşunuzun hatta ailenizin başına gelebilecek türden bir gerçekçilik ve vuruculukla anlatılmış. Bunda yönetmenin müdehalesi kadar oyunculukların da etkisi var diyeceğim ama biraz araştırınca, zaten çok başarılı olan iki oyuncunun potansiyelini çok başarılı bir yönetmenin nasıl tavana taşıdığının da hikayesiyle karşılaşıyorsunuz. Cianfrance, Cindy ve Dean'in tanışıp birbirlerine aşık olma sürecini filme almadan önce aktörlerin tanışıp arkadaş olmalarını istememiş. Bu sahneler çekildikten sonra da Michelle Williams ve Ryan Gosling çocuklarını oynayan küçük oyuncu ile birlikte bir ay boyunca aynı evde yaşamışlar, beraber alışveriş yapmışlar... Evli ve çocuklu bir çift gibi yaşamışlar kısacası. Kavga sahneleri çekilmeden önce de Cianfrance iki oyuncuya ayrı ayrı farklı direktifler vererek çalışmış. Tüm bu tekniklerin birebir hangi sahneler için faydalı ya da zararlı olduğunu görmek güç tabi ki; ancak filmi izlediğinizde izlediğiniz insanların bu kadar aşık olmalarına rağmen bir arada olamayışlarındaki o insanı sarsan gerçekçiliği yakalamaya katkısını görmemek mümkün değil. Keşke filmin kendi materyalinden ve oyuncuların mükemmel performanslarından kaynaklanan bu yoğunluğa bir de o yakın çekimler eklenmeseydi ve çiftin son derece depresif hikayesi gözümüze sokulmasaydı. Bu haliyle filmin gerçeklik kaygısıyla sizi çok etkilemek isteği arasındaki çizgi bazen görünmez olabiliyor. 
Toparlamak gerekirse, mükemmel oyunculuklu, son derece iç burkan, gerçekçiliğine rağmen çok çok romantik bir aşk hikayesi izlemek istiyorsanız, izlerken de mahvolmaktan çekinmiyorsanız, Blue Valentine sizin için kaçırılmaması gereken bir film. Ayrıca Derek Cianfrance'e dikkat, adını daha çok duyacağız gibi görünüyor :) 
 

BOLAHENK SOKAK Copyright © 2011 | Template design by O Pregador | Powered by Blogger Templates