26.12.10

Black Swan: Mükemmeliyet Üzerine Bir Ağıt

,
** Spoiler içermektedir! 

Black Swan'ın ilk teaser'ı internete düştüğünde her Natalie Portman filmine gösterdiğim ilgi ve merakla izlediğimi, hatta arkadaşlarıma da izlettiğimi hatırlıyorum. Portman, her performansı kuvvetli ve etkileyici olsa da, çok çeşitlilik gösteren bir oyuncu değil. Her rolünde bir önceki rolünün, belki de kendisinin, izine mutlaka rastlıyorsunuz. Ancak buna rağmen seçtiği filmlerle sizde yarattığı çok iyi bir izlenim de var, mutlaka yeni filmlerini izlemek, takip etmek, ne yaptığından, ne söylediğinden haberdar olmak istiyorsunuz. Bu da karşımızda son derece zeki ve içgüdüleri sağlam bir oyuncu olduğunu gösteriyor ki tahmin edeceğiniz üzere küçümsenecek özellikler değil bunlar. Bizim jenerasyonun Requiem for a Dream'den tanıdığı yönetmen Darren Aronofsky'nin Black Swan'ı yine Portman'ın bu zekasını ve çalışkanlığını ortaya çıkaran, zaman zaman bir Rosemary's Baby ya da Bitter Moon izlediğinizi sanmanıza sebep olacak kadar Roman Polanski kokan bir film. 
Film 30larına yaklaşmakta olan ve hayatı işinden yani baleden ibaret olan Nina'nın mükemmelik arayışının öyküsü. Film karakterinin kendisi gibi obsesif bir şekilde Nina'nın öyküsünü olabilecek en derinlikli şekilde anlatmanın peşinde, her sahnede Nina, her karakterde Nina'nın olmak istediği, olamadığı, olmaktan korktuğu ve olmamak için çırpındığı bir şeyler var. Nina'ya hamile kaldığı için bale kariyeri sona eren annesi, yaşı artık baleye uygun olmadığı için zorla emekli edilen son derece yetenekli Beth, asla erişemediği rahatlık ve hayat sevgisi ile dolu Lily, hak ettiği rol elinden kayıp giden Veronica, hatta Nina'nın devamlı tatmin etmek için çırpındığı, son derece cinsel bir metodu olan bale hocası Thomas..Bunların hepsi Nina'nın kendi içinde olumlu olumsuz savaştığı, bir türlü aralarında kendine bir uyum ve kimlik yaratamadığı katmanları ve film bu uyumsuzluktan doğan bir kaosun içinden açılıyor.  
Aslına bakarsanız bu noktada Nina hayatının en mutlu olması gereken dönemlerinden birinde.
Yıllardır hayalini kurduğu başrole sonunda sahip olmuş, Kuğu Gölü Balesi'nde Kraliçe rolünü almış durumda. Artık demin saydığım karakterlerin temsil ettiği sıkıntıların hiçbirini yaşamıyor olması, ya da o sıkıntıları aşmış olması gerekir. Ama Black Swan'ın en güzel tarafı da bu, Nina'nın sıkıntıları bunların hepsi ve hiçbiri aslında. Onu kariyerinin doruğuna taşıyan mükemmeliyetçiliği ve filmde Portman'ın performansı sayesinde çok iyi bakmazsanız gözden kaçırabileceğiniz, onu yiyip bitiren egosu tüm bunları göz ardı edememesine sebep oluyor. Psikozunun tavan yaptığı sahnelerden birinde ağzından ağlamaklı çıkan "Mükemmel olmak istiyorum." lafı filmin tagline olabilecek kadar önemli bir laf; Nina bu mükemmeliyetçiliğin, o büyük sanatçı egosunun ve kendinden duyduğu şüphenin arasında aklını yitiriyor. 
Tüm bunlardan çok daha yüzeyde kalan ve daha ulaşılabilir olan, Nina'nın bir karakter olarak psikopatolojisi içinde incelenebilecek başka şeyler de var tabi. İçinde bulunduğu çalışma ortamı çok hırslı ve acımasız bir ortam. Kendi mahvolmuş kariyerini kızı üzerinden düzeltmeye çalışan, son derece kontrollü bir anneyle hala birlikte yaşıyor. Onun bu annenin gözü altında bir türlü gelişememiş cinselliği (odasının dekorundan tutun da annesinin gece kendine zarar vermesin diye baş ucunda uyanık beklemesine, banyoda bile kendi başına kalabilmek için kapının arkasına bir şeyler koymak zorunda oluşuna kadar bir sürü detay) bir psikopataloji dersine malzeme olacak kadar zengin. Yine annenin birkaç sözünden geçmişinde bir psikoz atağı geçirmiş olabileceğine dair ip uçları yakalamak mümkün. 
Nina'nın çok da zenginmiş gibi görünmeyen bu psikolojik ve sanatsal sancılarla dolu başarı/çıldırma öyküsünün işleniş biçimi ve taşındığı nokta filmin asıl ilgi çekici ve izlemeye değer tarafını oluşturuyor. Çok ayrıntı vermek istemediğim ve neredeyse hepsi kendine zarar vermek üzerine kurulu delüzyonları 21. yüzyıl teknolojisine alet edilmeden çok gerçekçi bir şekilde görsele dökülmüş. Nina'nın tek enstrümanı olan vücudunun onun için en değerli parçaları hep delüzyonlarının saldırdığı alanlar. Hep istediği itiraf etmekten en çok korktuğu şeyler bu delüzyonlara alet oluyor ve onun peşini bırakmıyor. Yani karşımızdaki çok iyi işlenmiş ve çalışılmış bir karakter analizi ve bu analizin sinematografiye yansıması. Gerçekten, görsel, duyusal bir keyif yaşatmaktan öte insani bir şekilde sunulmuş bir tasvir Nina'nın çıldırma öyküsü. Filmin söylemek istediği şeyi söylediği kapanışı ise, beni filmle ilgili en çok şaşırtan nokta oldu açıkçası. Nina'nın rakibi ve kendi zihninde aşığı olarak gördüğü Lily'yi değil kendini bıçakladığını farkettikten sonra beyaz kuğunun intihar sahnesindeki "I saw it. I was perfect." repliğinden sonra alkışlar ve "Nina!" tezahüratları sırasındaki ölümüyle filmin bitmesini beklemiyordum açıkçası. Çünkü ben de içimden "Burada bitse ne kadar güzel olur!" diye düşünüyordum o an ve büyük filmlerin genelde anlatmak istediklerinin ne olduğundan bu kadar bir kesinlikle emin olmalarına alışık değilim açıkçası. Bu açıdan filmin ilgili beni en çok tatmin eden noktası mükemmeliyet, delilik ve ölüm arasında kurduğu ilişkiden sonrasını seyirciye bırakan sonu oldu. 
Film, Aronofsky'nin 2001'den beri üzerinde çalıştığı, ancak balenin kapalı dünyası sebebiyle senelerce süren araştırmalar ve bütçe bulma zorlukları nedeniyle günümüze kadar ertelenmiş bir proje. Daha senaryo bile ortada yokken o dönemde üniversiteye yeni başlamış Natalie Portman'ı ana karakteri için seçen Aronofsky'nin bu sadakatini Natalie Portman da yarı yolda bırakmamış. 9-14 yaşları arasında aldığı bale eğitimine filmin prodüksiyonu başlamadan bir sene önce geri dönmüş ve bir sene boyunca haftanın 7 günü saatlerce bale dersi almış. Ayrıca rolü için ne kadar kilo verdiğini, fiziksel olarak ne kadar yıprandığını filmi izleyenler de kesinlikle fark edecektir. Her zaman ufak tefek bir kadın olan Natalie Portman'ın bu filmdeki hali yüzünden bile balenin ne kadar bağlılık ve emek gerektiren bir meslek olduğuna şaşmamak ve bu mesleği bir hayat tarzı olarak benimseyenlere hayran olmamak elde değil. Onun bu fiziksel çabası, filmdeki dans sahnelerinin neredeyse hepsinde kendisinin olması ve güçlü performansı, oyuncunun özellikle fiziksel emeğini ödüllendirmesiyle ünlü Amerikan ödül kurumları tarafından mutlaka takdir görecektir. Nitekim görüyor da, Portman bu rolüyle en iyi kadın oyuncu dalında Golden Globe'a aday oldu ve film Critics' Choice Awards'da 13 adaylıkla bir rekora imza attı. Kısacası, Black Swan görsel ve içerik olarak gösterimdeki birçok Amerikan filminin vadettiği her türlü eğlenceyi vadetmesinin yanı sıra, sanat, mükemmeliyet, ego gibi meseleleri ele alış biçimiyle de kaçırılmaması gereken bir film. Türkiye'de 25 Şubat'ta gösterimde!

0 yorum to “Black Swan: Mükemmeliyet Üzerine Bir Ağıt”

 

BOLAHENK SOKAK Copyright © 2011 | Template design by O Pregador | Powered by Blogger Templates